Çocukluğuma ait en güzel anılarımdan biri Bulgaristan’da geçer. Tipiyle geçecen bir gecenin ardında, benim boyumu aşan, arabaları tamamen örten kar örtüsünün güneş ışığıyla parlayışı… Annem alışverişe çıkmış ben uyanmadan önce, onu beklerken babam bahçemizdeki karları kürüyor tek başına. Kar tabakasının içinde açtığı yollardan birinin kenarında ayakta durarak sığabileceğim genişlikte bir “tavşan deliği”* açmıştı babam. Oraya saklanıp annem gelince onu korkutacaktım. Uzaktan gelişini gördüğümde annem de beni görmüştü ve planım suya düşmüştü; ama yine de eğlenmiştim.
Sonrasında, ikisi de çalıştıkları için kardeşim doğana kadar ailecek bir araya geldiğimiz akşam üzerlerinden, kışları çok güzel hatırlarım. Dışarıda lapa lapa kar yağar, her taraf buz gibi olurken o zamanlar sobalı olan evimizde ailecek bir arada otururduk. Kitabı bitirdiğim sabah yine ailemle beraber ettiğim kahvaltıda bu anılarım canlandı nedense. Ama bunlardan bahsetmemin sebebi kendimden ve çocukluğumdan bahsetmek değil elbette. Stephen King’in eski bir kitabı olan Medyum (The Shining) ile olaya giriş yapmaktı. Ne yazık ki bir çoğunuz Jack Nicholson’ın oynadığı Stanley Kubrick filmi olan The Shining’i (Cinnet) hatırlayacaksınız.
Medyum’u eski kız arkadaşıma almıştım; ama kendisi okumam için bana vermemişti kitabı hiç. Ben de gidip kütüphaneden alıp okumuştum. Yirmili yaşlarıma yeni girdiğim dönemler olmasına rağmen hiç okumamıştım o kitabı daha. Kitap, eski Stephen King tarzındaydı ve harika bir dille yazılmamıştı; ama o kar yağarken Torrance ailesinin bir arada oturuşu ve Danny’nin kendini mutlu ve güvende hissedişi bana çok tanıdık gelmişti.
Tıpkı benim hissettiğim gibi.
Elbetteki benim babam hayaletlere aldanıp beni öldürmeye kalkışmadı, veya gece eve içkili gelip kolumu kırmadı (aslında hiçbir zaman içki problemi olmadı ve sigarayı da bıraktı); ama Danny’nin hissettikleri ve yaşadıkları ile kendi çocukluğum arasında bir bağ kurmuştum artık. Çünkü Danny babasının dünyanın en iyi ve en güçlü insanı olduğuna inanırdı o dönemde. (Kendi adıma, ben halen inanıyorum.) Dolayısıyla, kitap benim üzerimde bir başyapıt olması dolayısıyla değil de -ki benim gözümde değildi-, kurduğum empati ile büyük etki bırakmıştı. Danny’nin büyüdüğünde, örneğin benim yaşıma geldiğinde nasıl bir hayat kuracağı, ne tür bir yolda yürüyeceğini merak ederdim. Sanırım birçoğumuz ettik.
Doktor Uyku’yu ilk duyduğumda, Daniel Torrance’ın hikâyesine olan ilgim ve merağım nüksediverdi. Ben kendi yolumu çizerken, o nereye gitmişti acaba? Ka’nın tekeri dönüyor muydu? Yoksa çark kırılmış ve bambaşka bir yol mu çizilmişti? Tanıdığım Stephen King’se, ka’nın tekeri dönmeye devam etmişti. Hatta belki, yeni bir katet oluşmuştu.
Tahminlerimde haklıymışım. Fazlasıyla hem de.
Benim için fantastik kurgu konusunda Stephen King ve diğerleri diye ayrılan yazarlar dünyası, Stephen King kitaplarına yoğunlaştığımızda Kara Kule ve diğerleri diye ayrılır. Tabi diğer kitapların arasında Maça Kızı gibi Kara Kule’ye ait hikâyeler içeren ve hatta Çılgınlığın Ötesi gibi benzer temalara sahip kitapları da var.
Nostalji hissi güçlü olan bir insanım ve Stephen King’in de öyle olduğunu biliyorum. Aynı duyguyu paylaşan insanlar birbirini anlarlar. Doktor Uyku’dan bahsetme sebebim de harika bir kitap olduğu için değil elbette. İçerdiği bu güçlü Nostalji hissi için.
Ka’nın tekeri dönmeye devam eder. Bir bakarsınız ki, başladığınız noktaya geri dönmüşsünüz. Öğrenciyseniz, zamanınız geldiğinde öğretmen olursunuz. Ama zaman gelir, geçmişten gelen iblislerinizle er veya geç yüzleşmek zorunda kalırsınız. Dan için Overlook otelindeki iblisler, Dick Hallorann’ın öğretmenliği ve ışıltıya sahip olduğunu anlayışı, aynı döngünün içinde yer alıyor. Karakter değişir; ama olaylar değişmez. Ka’nın değişmez kuralıdır bu.
Dan, babasının ayakizlerini aynen takip eder. İçki sorunu olan, sorumsuz ve silik bir adam olmuştur benim yaşlarıma geldiğinde. Dibe vurduğu noktadan sonra artık yapabileceği tek şey yüzeye yükselmek veya ölmektir. Tahmin edebileceğiniz üzere, Ka’nın tekeri herkes için döner ve Dan de New Hampshire kasabasında yüzeye yükselir. Artık rolleri değişmenin zamanı gelmiştir. Abra yeni ışıltılı çocuktur ve Dan yeni öğretmendir. Ne var ki, Dan’in görevi Dick’ten daha zordur. Cinnet geçiren bir babadan daha tehlikeli olan şeyler vardır. Işıltılı çocukların ışıltısıyla beslenen bir kabile gibi mesela…
Bu kabileyi Kara Kule kitaplarındaki kızıl kralın adamlarına benzetebilirsiniz. Ki zaten hikâye genel hatlarıyla Maça Kızı’ndaki Bob’un çocukluk hikâyesine benziyor. Ne var ki, gerçek dünyadaki Silahşörler asla bunun için eğitim almamışlardır. Yine de, savaş kaçınılmazdır ve hayatı elinize adil silahlar vermediği için suçlamanız sonucu değiştirmeyecektir. Kaçınılmaz olan savaş, belirsiz sonuçları yanında getirecek, döngü kendini tamamlayacak.
Ka her zaman bir yolunu bulur. Rolan olsa böyle derdi. Dan de aynısını söyleyecektir.
Zira olayların ilerleyişi, gül bahçesinin ortasında göğe yükselen kuleye yaklaşan Roland’ın hikâyesi gibidir. Oluşan katet’in döngüsü de benzer şekilde. Hatta kitabın sonunda, okuduysanız Göz (Carrie) bile bir nostalji yaşayacaksınız demektir.
Küçük bir Kara Kule esinlenmesi kitap okumuş olsam farkederim. Bunu yazan kişi Kara Kule’nin orjinal yazarı olursa gün gibi açık olur. Bunu görebilmek için ışıltı sahibi olmaya gerek yok. Ne var ki Dan’in hikâyesi, tüm geçmişiyle birlikte Stephen King’in de geçmişini yanında getirmiş. Yazma Sanatı’nı okuyanlarınız bunu çok daha iyi görebilecektir.
Nostaljinin dışında, gerçekten sürükleyici bir kurgunun yanısıra, King kadın duygularını işlemeye çalışma gibi bir şaklabanlığa bu defa girmediği için daha yerli yerinde bir kitap olmuş Doktor Uygu. İlk sayfasından son sayfasına sadece Dan Torrance’in hikâyesini değil, yıllarını beraber geçirmiş okuyucuların görebileceği birçok hikâyeyi anlatmış ve tamamlamış. Kapağına veya yazarına aldanmayın.
İçinden kimin veya neyin çıkacağını asla bilemezsiniz.
* Evet, Alice Harikalar Diyarında’yı o zamanlar biliyordum. 3 küsur yaşlarındaydım.
Şu stephen king’in romanlarına bir alışamadım gitti. Sanıyorum ki çocukluğum ile alakalı bir durum küçükken star da cumartesi geceleri korku filmi oynardı özelliklede s.k. nin kiler(hayvan mezarlığı-gümüş kurşun ve daha bir çok )Adamın kitaplarını film olarak izlemek daha keyifli geliyor.
Filmleri güzel yapıldığı zaman, elbette izlemesi güzel. Adamın kitaplarından filme çevrilenlerden üç tanesi IMDB’de ilk 10’da. Efsanevi bir başarıdır bu bence.
Tarz olarak da, beğeni meselesi. Çocukluğumdan beri fantastik / bilim kurgu hayranı olduğum için benim zevkime uyuyor çoğu zaman. Elbetteki tüm kitaplarını sevdiğim ve zevk aldığım söylenemez; ama çoğu zaman öyledir ve Kara Kule serisi hayatımda okuduğum en harika hikâyeydi.
Bu gün aklıma geldi 99da star tv de oynayan bir dizi vardı Sır Dosyası. Youtube dan giriyim biraz bakıyım dedim zaten hepi topu 5 bölüm oynamıştı. Bence dizi halen daha efsanedir. Gerek senaryo gerek oyunculuk olarak. Senden ricam vaktin varsa bir bakmakmandır zaten bir bölüm 40dk felan sürüyor. Bence umut vaat eden işler yapılmış vakti zamanında fakat bizim türk milleti zengin karı fakir oğlkan dizilerinden başka bir bok izlemediği için yayından kalkmıştı. Eğer baka bilirsen fikirlerini merak ediyorum.
Sır Dosyası Türkiye tarihinin en başarılı dizisidir.
Yeterli reyting alamamış olması Türkiye tarihinin en büyük göstergesidir. Neyin göstergesi? Kör göze parmak sokmaya gerek yok…
15 Yılımı The X-Files izlemeye verdim ben. Sır Dosyası çakması deyip itelediler, halbuki ne potansiyel vardı. Televizyona karşı en içten lanetimi yayından kaldırıldığında yapmışımdır herhalde…
Intro müziğine hastaydım ya… halen de hastayım.
Kitabı yeni bitirmiştim ki yazını da görünce hemen okumak istedim. Medyum bittiğinde hep o küçük Dan’i merak etmiştim ve bence yazar da dahil bir çok kişi de bunu düşünmüş. Tanıtımda da yazdığı gibi “Medyum’un sadık milyonlarca okuyucusunu tatmin edecek…”. Gerçekten de okurken Medyum’u okuduğum kadar zevk aldım.
Ayrıca çok güzel bir inceleme olmuş gerçekten.