Bu yazı 2011’in Kasım ayı sonlarında şahsıma sorulmuş bir sorunun cevabı niteliğindedir.
Bulunduğumuz platformda başladığımız tanışıklığın ilginç bir bilgi alışverişine dönmesinin sonucunda yazdığım yazıyı bugün şans eseri tekrar buldum ve burada yayınlamak istedim. En azından anime izlerken, manga, görsel roman okurken hangi mantaliteyi takip ettiğimi biraz olsun açıklayabilecek durumda bir yazı.
Önceden uyarayım, yazıda kullandığım bazı terimler ve açıklamalar, ilgili konularda bilgi ve birikim gerektiriyor olabilir. Toplum, ahlâk, birey, doğa, görüş, iyi ve kötü gibi kavramların ardında bahsettiğim ve ima ettiğim mânâlar biraz ağır veya karmaşık gelebilir. Read at your own risk.
[toggle title=”Bir gün öncesinde sorulmuş olan soru”]
Bir insana kötülük yapmaya hakkımız olmadığı gibi iyilik yapmaya da hakkımız yoktur
kaldı ki aslında dünyada iyilik yada kötülük yoktur bu durumda dünyada var olan tek şey çıkardır
sırf aslan kendi çıkarını koruyo diye de onu idam etmek haksızlık bence.(Çıkarı sadece adam öldürmeyi
deneyim etmek istemesi bile olabilir)
Elbette ki aslan antilobun düşüncesine göre hareket etmeyecek yani antilobun cocuğu varmış felan aslana ne?
sırf birini öldürdün diye de kendi canından olmak bu yüzden saçma geliyo kurban güçlü olsaydı ölmezdi
diycem ama vahşi dünyada yaşamıyoruz insan akla sahip bi varlık ve sırf yetenekle alakalı olsa doğa kanunları kabul görebilirdi
İdam bu dünyada insanların kendi vicdanlarını rahatlatmak çaresizliklerinden kurtulmaları için var.
İdamda “bireyi toplum” cezalandırıyo ki bu gücü teke tek yetmeyen kişinin arkasına adam toplamasıyla yada ben elimi kirletmeyeyim benim yerime başkası yapsınla
aynıymış gibi geliyo bana
Hani toplum da illa bişi yapcaksa katil kurbanın öldürmeden önce yapsın hoş bu yalnızca ideolojide kalır
bugün en gelişmiş ülkelerde bile engellenemeyen bişi sonuçta insan doğasında var insan avlanan bi varlık modernleşme
ile bu güdü bastırılsa da unutulsa da kanımızda var şiddet,psikoloji v.b sayesinde bu uyarılıyo gibi bişi herhalde diyom ben
Bunu da geçtim ben olsam kurbanın ailesi yerinde katilin ceza almaması için uğraşırdım
(idam hariç aksi taktirde çıkarıma uymayan aptalca bi hamle olurdu)
adam çıkınca kendi ellerimle katili öldürüp rahata ererdim
napayım 25 yıl hapiste yatcaksa özgürlüğünden olcaksa bende onunla aynı olacaksam
ve benim onu öldürmem öleni bana getirmiycekse ama en azından kısasa kısas ödeşmiş olurduk (Gun x Sword’u izle)
yani insan çıkarları doğrultusunda bencil bir varlıksa benim yaşadığım dünyada sevdiğim birini canından edip
beni onsuz bi dünyaya bırakan kişiye beni kendi mutluluğumdan etmesinin bedelini ödetceksem böle ödetirdim
intikamın özü budur sonuçta olan ölene olmuştur orası ayrı 🙂
[/toggle]
Ahlâk tanımından nasibini alamamış bir neslin iyiliğin ve kötülüğün olmayışından bahsetmesi için ‘üstün ahlâk’ kavramını çok iyi anlamış olması gerekirken, kendi ahlâkı ‘köle ahlâkı’ seviyesinde bile olmayan yazar-çizer-anlatır’ların iyilik ve kötülük ayrımının şeffaflığından bahsetmesi hayatımda gördüğüm en büyük ironidir. Buna insan doğasını çok iyi anladığını düşündüğüm anime ve mangaların birçoğu bile dahildir. Bir insana iyilik yapmaya hakkımızın olmasından ziyade iyilik yapmaya borcumuzun olduğu daha rahat anlaşılacak bir mevzu iken, zalime merhametin mazluma haksızlık olduğu ve iyi kötü ayrımı yapılamayacak kadar kötü olduğu aşikârdır. İyiliğin ve kötülüğün ayrımını yapamayacak kadar körleşmiş kişilerin iyilik ve kötülük yok derken, iyinin ve kötünün ötesindeymiş gibi davranmalarını hiçbir zaman anlayamamışımdır.
Aslan’ın antilobu yemesi keyfiyetten veya çıkardan değil, kendisine biçilmiş rolden kaynaklanırken, ‘düşünebilen’ ve ‘seçim yapma imkânına sahip’ bir varlığın kendini ne düşünebilen ne de seçim yapma imkânı olan bir hayvanla eş değer tutulması, o kişiyi hayvandan bile daha aşağı konuma sokar ki, bu noktadan sonra ona insanmış gibi davranmamızın beklenilmesi tamamiyle anlamsızdır.
Antilobun düşüncesine göre hareket ettiğimizde, çoluğu çocuğunun akrabasının düşüncesini göz önünde bulundururken; aslanın antilobu zevk için öldürmüş olamayacağını akıl etmemek, aslanın o antilobu avlayamazsa açlıktan öleceği gibi, aslanın da çoluğunun çocuğunun akrabasının da aç beklediğini düşünmemek art niyetliliktir. Hal böyle olunca, doğa kanunlarının ardındaki sırrı göremeyecek bir neslin doğa kanunlarını sorgulaması, dört işlemi yeni öğrenmiş bir çocuğun 4 boyutlu işlemlerin 3 boyutlu evrende temsil edilmesini sorgulaması gibi anlamsızdır, komiktir.
Dolayısıyla ‘adam öldürmeyi deneyim etmek istemek’ gibi savunulabilmesi hiçbir anlamda mümkün olmayan bir gerekçenin, bir aslanın antilobu öldürmesi ile aynı kefeye konulması vahimdir. Dediğim gibi, doğa kanunları ile toplum kanunları birbirinden farklıdır.
Kaldı ki, uzak doğu kültürü anlatmayı seçtiği her konuyu ütopik ve distopik meseleler ile anlatırken, karakterlerin iyinin ve kötünün ötesinde olması, terazinin tepesinde oturması bunu gerçek hayatta doğrulayacaktır diye bir şey yoktur. Zira, bunlar anlayana mesajlardır sadece.
Eğer birey, topluma tabî olduysa, toplumun temel kurallarına uymakla yükümlüyken; toplumun kurallarını çiğnediği anda toplum tarafından cezalandırılmayı haksızlık olarak sayması da tamamen art niyetliliktir. Bu bağlamda, bir trafik kuralı çiğnemekle bir cinayet işlemek topluma karşı işlenmiş bir ‘suç’tur ve bunu cezalandırmak pekâla toplumun hakkıdır. Hele ki gücün ölçümü bu devirde oldukça karmaşıklaşmışken, bir cinayet durumunda güçlü olanın güçsüzü öldürmüş olması gibi bir yorum yapmak komiktir. Arkada kalanların haklarını araması bu kadar normalken, toplumun geri kalanının sessiz kalmasını beklemek, hele ki kötülük yapmanın kötülükle karşılık vermek için ‘hak doğurduğunu’ düşünmek, sapkın bir düşüncedir. Bir kişi toplum kurallarına uymayacaksa, uyamayacaksa topluma tabî olmayacaktır. Toplumun tüm nimetlerinden faydalandıktan sonra anarşist takılmak iki yüzlülüktür, art niyetliliktir.
Bu bağlamda çıkarcılık ile art niyetlilik arasındaki ince çizgiyi ayırt edebilmek, çıkar peşinde koşmanın etikliğine girmeden pekâla savunulabileceğini göz önünde bulundururken, art niyetin başladığı yeri iyi belirlemek lazımdır. Zira, hiç kimse her yaptığı eylemi ‘çıkarıma uygundu’ veya ‘işime öyle geldi’ gibi sözlerle savunamaz.
İntikam herkes için farklı olabilecek bir olgudur ayrıca. Sen sadece o kişiyi öldürmekle tatmin olabilecekken, ben o kişinin tüm yakınlarını, hatta etkileşimde bulunduğu tüm insanları aynı kaderle tanıştırmadan rahat edemeyecek birisiyimdir. Dolayısıyla bana ‘intikam hakkı’ verilmesi tehlikelidir.
Ama, bir kişinin hayatının değerini benim yerime toplumun belirlemesine karar vermek istemezsem ne olur? İşte o zaman yukarıda yazdıklarımın bazıları anlamını yitirmeye başlar. İşte o zaman Kotomine Kirei gibi, Araya Sōren gibi, Emiya Kiritsugu gibi, Õzaki Toshio gibi, Makishima Shōgo gibi karakterlerin distopik evrenlerinde anlatılan olguların devreye girmesi söz konusu olur. O zaman, ben haklı olduğum kadar, bana karşı savaşanlar da haklıdır. İşte o zaman iyinin ve kötünün ötesine geçmeye başlamaktan söz edilebilir. Yine de bu ne beni, ne karşı tarafı haklı kılmaz. Zira önem verilen şeyin değeri herkes tarafından farklı olarak algılanmakta, dolayısıyla ben kendime göre haklıyken, karşı taraf da kendine göre haklı olmaktadır. Kaosun doğuşunun temel prensibi olan bu durum, ancak toplumun temel kurallarına bağlı kalmanın topluma tabî olmakla başladığını anlamaktan geçer. Aksi halde insanın düşünebilen, karar verebilen bir varlık olması anlamını yitirir, kaosun hüküm sürdüğü; ama ironik bir şekilde doğa kanunlarının işlemediği, kendi kendine yok olmaya mahkûm bir distopya çıkar ortaya.
Tabi bu dediklerimin bir çoğunun doğrulayabilmek için ‘göreceli olmayı’ da uzun uzun tartışmak gerekiyor. Gerek var mı, onu bilemiyorum işte. Sonuçta tüm bu yazdıklarım da ‘bunlar senin görüşlerindir’ denildiği zaman, ha buraya yazmışım, ha içimden geçirmişim, pek bir şey farketmiyor.
Yazıyı Kotomine Kirei’den bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
There are worthless things, but there are no meaningless things.
Değersiz olan şeyler vardır; ama anlamsız olan bir şey yoktur.