Tanshaydar'ın Mekânı
Başka bir şey yok

Ara Bölüm: Karışan İşler

Eminönü sahilinde çayını yudumlamakta olan Kerem, aynı zamanda aklındaki sorulara cevap aramakla meşguldü. O kadar dalmıştı ki yanına oturan Aylin’i fark etmedi. “Kara kara ne düşünüyorsun öyle?” şeklinde gelen soru, onu önce Meteor Bölgesinde gezen düşüncelerinden çekmiş, sonra da sahibini hatırlatmıştı. Bu ses, olanlardan haberi olmaması gereken birinin sesiydi.

Olanlar… Furkan Eminönü’nden Oğuz ile birlikte ayrılalı üç günü geçmişti. Kerem, bu süre zarfında hiçbir haber alamamış ve Furkan’a öğrettiklerinin gerekli olmaması için dua ederken, yeterli olması için de dua etmişti. Bir de Aylin vardı tabi… Furkan, Oğuz’un haberi olmadan ona haber verirken, Aylin’in haberi olmaması konusunda sıkı sıkı tembihlemişti. Kerem sesini çıkarmamıştı; ama Furkan’ın dile getirmediği bazı şeyler gözlerinden okunuyordu.

“Kerem, iyi misin?” sorusu onu bu defa tamamen çıkardı düşüncelerinin içinden. “İyiyim tabi, sadece son gelen hastaları düşünüyordum. Şu kahrolası tepegözler… Hangi cehennemden geldilerse…” diye dalgın dalgın cevap verdi. Aslında dalgın değildi ama endişeli görünmek de istemiyordu. “Nereden olacak, Meteor cehenneminden” diye cevap verdi Aylin. Meteor kelimesini duyunca bir an irkildi Kerem; ama arkadaşı bunu fark etmedi. Aylin’in “Furkan’ı soracaktım ben. Gördün mü onu bu aralar? Birkaç gündür haber alamadım da…” sorusuna önceden hazırlanmış cevap, gideceği adresi kandırmakta hiçbir güçlük çekmedi. “Amcasının birkaç işini halletmeye gitti o. Dört-Beş gün gelmez herhalde. Adamcağız yaşlı zaten, Furkan da olmasa ne yapacak bilmem. Acele çıktı, pek kimsenin haberi yok zaten.” Ama Furkan o sırada hiçbir zaman var olmamış amcasının işleri ile değil, çok uzakta çok daha tehlikeli işlerle uğraşıyordu ve kim bilir ne haldeydi. “Hayatta olmalı” diye düşündü Kerem…

“Eminönü’ne dönmek için yeterli kudretim kalmadı” diye düşündü Furkan. Tüm seçenekleri aklından geçirmişti. Bir elinde asası, diğer elindeyse Kerem’in “çok zor bir an olursa kullan, bunu çalmak kolay olmadı” diyerek verdiği iksir vardı. İksirin ne işe yaradığını unutmuştu. Kudretinin büyük bir kısmını, şimdi yarılan kafasından sarımtırak yeşil bir sıvı akan canavarı durdurmak için kullanmıştı ve tabi kendini iyileştirmek için de. Ama şimdi kendini savunacak bir büyü bile yapacak durumda değildi.

Meranlarla ilgili o kadar çok hikâye duymuştu ki… Onlara güvenilmemesi gerektiğini; ama işbirliğinin faydalı olabileceğini de… Savaşçıları, büyücüleri ve şifacıları vardı onların da… Arzın Çocukları klanı, yani kendi klanı, bu yaratıklara güvenerek neredeyse kendi sonlarını getirmişlerdi. Bu yaratıklar güvenilmezdi, bir tanesine karşılık belki on savaşçı zor denk gelirdi. Çok güçlülerdi, çok gizemlilerdi ve şimdi… bir tanesi tam karşısında duruyordu…

“Korkma, ben onlardan değilim” diye kafasının içinde tınlayan ses, Furkan’ı bu düşünceler âleminden bir anda çıkardı ve ensesindeki terin soğukluğu hissetti. Meran savaşçısı bir eliyle baltasına yaslanmış, diğer elini beline koymuş, alttaki iki elini de soru sorar vaziyette uzatmıştı. Dikey ve kızıl olan gözbebekleri onunkilerle buluşmuştu. Furkan hiçbir şansı olmadığının farkındaydı. Ama duyduğu o ses de neydi?

“Sana zarar vermeyeceğim, öyle yapacak olsam ölmeni izlerdim. Öylesi daha zevkli olurdu.” diye ikinci defa tınladı aynı ses kafasının içinde. “Benim, karşında duran… Meran… veya senin deyişinle… canavar…”

Furkan zaten şansı olmadığını bildiği için bu diyalogu kendine zaman kazandırmak için uzatmaya çalıştı. “Niye kafamın içinde duyuyorum bu sesi. Ağzın niye oynamıyor?” diye o an için anlamsız olan sorular sordu. Belki de o kadar anlamsız değildi.

“Eğer gerçekten konuşsaydım” Meranın ağzı açıldı, çatal dili gözüktü ve insanı ürperten bir tıslama duyuldu. Furkan soğuk terlerin ensesinden aşağı doğru inişini hissetti. “Şimdiki gibi hiçbir şey anlamazdın. Hâlâ vakti varken arkadaşına bir bakalım.” Furkan ‘arkadaşın’ sözünü duyunca bir anda nasıl bir durum içinde olduğunu unuttu.

Oğuz’u en son canavarın sırtında patlattığı alev topunu yaparken görmüştü. Yüzündeki ifade, ölmekten korkan birininkine değil de ölümün olmadığı yerlerde canı sıkılacak birininkine benziyordu. Savaşmaktan aldığı zevki böylesine iliklerinde duyuyordu. Ama şimdi ezilmiş kaburgaları, yarılmış karnı ve kopmuş olan bir bacağı ile ölümün dönülmez çizgisini çoktan aşmışa; açık kalan elleriyle de dostuna son bir defa el sallamak istemişe benziyordu.

Meran yavaşça Oğuz’un yanına yaklaştı. Kanlar içindeydi Oğuz. Hayatını, arkadaşını korumak için hiç düşünmeden feda etmişti. Klanın en iyi şifacısı bu durumu görse “Beni değil de Yeni Cami imamını çağırsaydınız keşke, o kardeşimizi buradan daha iyi bir yere yolcu eder” derdi. Ama Meran savaşçısı pervasız bir şekilde Oğuz’un kapalı olan gözlerini açtı. “Ne yapıyorsun!” diye bağırdı Furkan. Bu sefil yaratık arkadaşına dokunmaya nasıl cüret edebilirdi! “Sakin ol” diye bir ses tınladı kafasının içinde. Bu ses Furkan’a hiç güven vermiyordu. Oğuz zaten gitmişti, kendisiyse nasıl bir durum içinde olduğunun tam anlamıyla idrak edemiyordu.

Fakat Meran garip davranmaya başlamıştı. Furkan garip tıslamalar duyuyor ve Meranın dört kolunu da nasıl bu kadar ustaca kullandığına şaşıyordu şimdi de. Meran bir eli ile kuşağından çıkardığı bir takım otları tutuyor, bir eli ile Oğuz’un anlını tutuyor, bir eli ile karnındaki yarığa bir sıvı döküyor diğer eliyle de Oğuz’un bacağını tutmuş yerinde, yerine oturması için kemikleri düzeltiyordu.

Oğuz’da kıpırdanmalar başladı. Karnındaki yarık yok olmuş, meteor tozundan daha beyaz olan yanaklarına renk gelmeye başlamıştı. Ve yeşil gözler, içinde garip bir ışıkla birlikte açıldılar…

Beş dakika sonra oturmakta olan Oğuz, kan dolaşımının yerini bulmasına ve hafızasına ulaşmaya çalışır bir şekilde garip garip gülümsüyordu. “Aktar Şevket, boşuna övmüyordu demek Meran şifa bilimini” diye düşündü Furkan. Gerçekten de Eminönü’ndeki en iyi şifacının bile yapamayacağı şeyi çok kısa bir süre içinde bu Meran yapmıştı. Ne hale gelmişlerdi? Daha bir hafta önce Aylin ile Eminönü sahilinde otururken, şimdi Meteor bölgesinin canlı kabul etmeyen topraklarında, üstelik bir de Meranla birlikteydiler. Şu an en çok istediği evde olmaktı; ama artık yola çıkılmıştı. Yapabilecekleri en iyi şey eve canlı ve tek parça dönmekti.

Meran, Furkan’ın kuşağındaki haritanın ucunu gördü ve “Mansur Bey’in gizemli varisi ha? Siz de mi? Acele etsek iyi olur. Eğer bu görevi canlı ve tek parça bitirmek istiyorsanız.”

Meran bunu nerden biliyordu? Kimdi bu yaratık? “Siz de mi?” derken neyi kastediyordu? Oğuz eskisi gibi olabilecek miydi? Bu yaratık böyle kritik bir anda nerden gelmişti? Daha da önemlisi ona güvenmek zorunda mı kalacaklardı? Duruma bakılırsa şu an için başka çareleri yoktu ve Furkan, istediği savaşçının şu an guruplarında olmasına sevinmeye çalıştı, bu savaşçı her ne kadar insan olmasa da…

Söz uçar yazı kalır