“İstanbul’u korumaya hayatınız ve tüm kutsal değerleriniz üzerine yemin edin!”
Klan kapısından ilk girdikleri anda üstatları, öğrencilerinden bu yemini alırdı. Çok eski zamanlarda doktorların ettiği Hipokrat yeminine benziyordu belki de… Nasıl olduğu çoktan unutulmuş, tarihin tozlu sayfaları arasına gömülmüştü. Artık tek bir şey vardı bizim için…
“Hayatta kal ve koru!”
“Jandarma yok, bariyer yok, girişi tutan yok! Açıldı mı sonunda?” Furkan, hâlâ kucağında Oğuz’la birlikte ayakta, olanları kavramaya çalışırken, Aylin ile göz göze geldi. Meteor Bölgesinin girişinde dört kişi ve bir baygın… Bölge, artık kendi içine kapanan Eminönü’nün bir umut kapısı olarak açılmış; savaşçılar, büyücüler, şifacılar akın akın bölgeye hücum etmişti. Peki, şimdi ne olmuştu? Yerdeki cesetler neydi? Ölü Meran nerden çıkmıştı? Neler olmuştu? Bu konuda kimsenin fikri yoktu. O sırada Komutan da bölge girişinde değil, Teşkilat’ın “Acil” başlıklı toplantısındaydı. Orda olan birkaç Jandarma, vücutlarını geride bırakıp başka yerlere yolculuğa çıkmışlardı.
“Kahrolası Meran, ona güvenmemem gerekirdi! Çabuk dön ha? Döndüğümde pişman olacaksın!” diye aklında çakmak çakmak oluşan öfkesini dizginlemeye çalışan Furkan, bir anda kendine gelip önündeki üçlüye baktı: Kerem, Uğur, Aylin… “Ne oldu burada?” sorusu, hepsinin aklındaydı; ama sormaya cesaret eden yoktu. Sadece birbirlerine daha da yaklaşmışlardı. Furkan tek başına, kucağında Oğuz’la üçlünün karşısında duruyordu.
“Onu alın ve hemen geri dönün!” bu tek cümle; batan güneşin mi, yoksa yerdeki kanın mı olduğu belli olmayan kızıllıkta yankılanmadan sessizliği bozdu. Uğur’un kucağına geçen Oğuz, hâlâ baygın bir şekilde bir şeyler mırıldanmaya başladı. Aylin, Furkan’a yaklaştı; Kerem ise o sırada kimsenin görmediği bir şeyi görmüş olduğu için elini hemen asasına götürüp ilk hamleyi yapmaya çalıştı; ama geç kalmıştı.
Bir mızrağın ucu Furkan’ın göğsünü delip geçmişti. Tıslamalar duyuldu ve üç adet Meran Savaşçısı bir anda etraflarında belirdi.
Kerem yeterince hızlı değildi belki; ama yapabileceklerini biliyordu. Zaten eline almış olduğu asasına kaldırdı ve bir toprak büyüsü yaptı. Etraflarında kalkan toprak suya düşen bir taşın oluşturduğu bir dalgalanma gibi gurubun çevresinde yükselerek, şiddetli bir şekilde dağıldı. Meranlar çok hızlıydılar ve zamanında geri çekilmişlerdi. Fakat bir sonraki saldırılarına kadar Uğur silahını almış bir şekilde hazır olacaktı… Kerem de Furkan’ı iyileştirmiş…
Ama öyle olmadı, ikinci saldırı geleceği yerde, Meran Savaşçıları toprağın içine girdiler. Tıpkı bir çubuğu kuma sokmaya benziyordu toprağa girişleri. Kerem şaşırmıştı; ama gözlerini açan Furkan’ı görünce hemen işine döndü.
O sırada uzak bir yerde Minoan Klanının BaşMeran’ı duydukları karşısında öfkesini bastırmak için yapacağı şeyi düşünüyordu. “Git, Onu ve Büyük Olan’ı getir” dedi. Hiçbir tepki vermeyen Meran, kızıl gözlerinde bir soğuklukla ordan ayrıldı.
Gözlerini açan Furkan, kendine geldiğinde asla affedilmeyeceği bir şey yaptı. Aylin, Kerem ve kucağında Oğuz’la birlikte Uğur’u yer değiştirme büyüsü ile geri gönderdi. Ayağa kalktığında, az önce aldığı emri yerine getirmek için gelmiş olan bir Meran Savaşçısı ile göz göze geldi…
Bir süre bakıştılar. Çok hızlı gelişen olaylar artık Furkan’ı delirtmeye başlamıştı. Öfke değildi bu, delilikti gerçekten de. Ama bir anda karşısında beliren bu Meran da neyin nesiydi? Ne biçim yaratıktı bunlar, kaç taneydiler, burada ne işleri vardı? Ama şimdi en önemli soru, karşısındaki ne için gelmişti. Artık öldürmek, hayatta kalmak için değil, sadece öfkeyi bastırmak için olacaktı. Furkan’ın sorulara daha fazla sabrı kalmamıştı ve asasını iyice kavradı.
İlk hareketi yapan kimdi? İkisinin de umurunda olmadığı çok açıktı. Furkan, yer değiştirme sınavından en iyi puanı almıştı kendi sınıfında. Meranın her hamlesinde ulaşamayacağını düşündüğü ilk yere gönderiyordu kendini. Kudretini kısa mesafelerde fazla harcamadan hızlı yapabiliyordu bunu. Ama şimdi bu Meranın hızı karşısında yeterli değildi. Son yer değiştirmede Meran, sol kolunu az daha koparıyordu. Kolundaki bir kesikle atlattı. Karşı saldırının vakti geldi diye düşündü. Bir yıldırım büyüsü yaptı; ama bu öncekilere benzemiyordu. “Büyücülük kudret işi!” diyen üstadı haklı mıydı? Kudreti gerçekten fazlaydı ve kontrol edebiliyordu. Meran şaşırdı, elektrik direncine rağmen hasar almıştı. Fakat bu hasar sadece öfke patlamasına yol açtı ve Meran bir anda toprağın içinde kayboldu. Furkan, aşağıdan gelecek darbeyi nasıl bertaraf edeceğini düşünürken bir anda göz bebekleri büyüdü, vücudu kaskatı kesildi ve bilincini yitirdi. Son düşündüğü şey böyle bitmemesi gerektiğiydi…
Meran tam arkasından yeryüzüne çıktığında onu bekleyen kişi farklı görünmedi ona. Fakat nasıl olurdu? Yüzü ona dönüktü! Buradan çıkacağını anlamış olması imkânsızdı. “Sadece şans” diye düşündü. Ama bu kişi sol elini parmakları açık bir şekilde havaya kaldırdı. Bir anda alevden bir girdap onu sardı. Meran şaşırdı, fakat gerilemedi. Sadece tek darbenin son darbe olması için parmaklarını hafifçe baltasının sapında kaydırdı. Ama işler beklediği gibi değildi. Furkan’ın etrafından alevler yükselmeye başladı. “Ateş çemberi mi? Ha ha” diye düşündü Meran, çocuk mu öldürecekti, ne komik! Ama alevler daha da yükseldi ve bit girdap olarak bir anda Furkan’ı sardı. Ateşe olan direnci çok yüksekti Meranın; ama bu ateş ona hasar vermeye başlamıştı. Demek ki kendi efsunlarını kullanmanın vakti gelmişti. Pulları bir anda dikleşti, sertleşti ve zehirli bir maviye dönüştü. Alev girdabını geçti ve Furkan’la karşı karşıya geldi. Çok kolay olmuştu. Sadece ateş direncini artırmış ve vuruşunun en yüksek zehir hasarını vermesi için orta seviye bir efsun kullanmıştı. Tek darbede işini bitirecekti.
Üç meran ne olduğunu görmek için geri geldi, fakat tek görebildikleri ateşten oluşan ve metrelerce yüksekliğe ulaşan bir girdaptı. BaşMeranın gönderdiği, işini yapmamış mıydı? Bu girdap da neydi. Bir anda alevler yok oldu ve Furkan, bir Meran cesedinin yanında, gözlerinde acımasız bir ifade ve yüzünde hazzın doruğuna ulaşmış birinin gülüşüyle ortaya çıktı. Meranlar çok şaşırmıştı. Bu insanoğlu mu öldürmüştü kendi kardeşlerini? Sorun bu değildi. Yarım kalan bir görev, bir Meran öldü mü, onun yanında olanlara kalırdı. Ve üç meran aynı anda Furkan’a saldırarak hayatlarının hatasını yaptılar.