Tanshaydar'ın Mekânı
Başka bir şey yok
Kategori: Anime

Kotonoha no Niwa (The Garden of Words)

Yani, Kelimelerin Bahçesi…
Yani, karşılaştık, her birimizin hayatına devam edebilmesi için.

Takao, ayakkabı tasarımcısı olmak için çalışan bir çocuk, okulu asarak Japon-tarzı yemyeşil bir parkta ayakkabı eskizleri çizmekteydi. Kendisinden yaşça büyük gizemli bir kadın olan Yukino ile karşılaştı. Sonra, hiç vakit ayarlama derdine girmeden, ikili birbirini sık sık görmeye başladı, ama sadece yağmurlu günlerde. İlişkilerini derinleştirip birbirlerine açıldılar. Ama ne var ki, yağmur sezonunun sonu da yaklaşmaktadır…

Teknoloji geliştikçe Anime’lerdeki görsellerin nasıl seviye atladığına bizzat şahit olan, 1080p çözünürlükte dev ekranda bunun keyfini çıkaran ben, EF*’ten bu yana gördüğüm en sanatsal, en gerçekçi, en harika çizimleri gördüm. To The Moon‘dan sonra en tatlı hikâyeyi izledim. Bu hafta sonumun en tatlı 45 dakikasını geçirdim.

50861lOlayı romantizme indirgemek, yaş farkı yüksek olan kişilerin ilişki durumu üzerine yorum yapmak gibi işlere girişmeyeceğim gibi, Kotonoha no Niwa’nın da bunların tahşidatını yapmak gibi bir derdi yok. Anlattığı hikâyenin bir müthişliği, eşsizliği de yok. Benim kendi yazdığım hikâyelerin birine bile benziyor hatta.

Söz konusu animeyle ekibimdeki Marco isimli arkadaşın façabukta paylaştığı 9Gag postunu görmemle başladı. (İlgili resmi buradan görebilirsiniz.) Sonrasında biraz araştırma ile bu sene çıkmış bir film olduğunu ve süre olarak da gayet vakit ayrılabilir olduğunu farkettim. Ofiste full hd versiyonunu indirmekle cebelleştim, altyazıları test ettim ve evde odama çekilip ışıkları kapatıp sigaramı yakıp çayımı içerek izledim. Son günlerin yoğunluğundan ve stresinden bir anda kurtuldum, gülümsedim, keyif aldım.

Çıtayı belli bir seviyeye yükselttikten sonra zor oluyor böyle keyif almak; ama Kotonoha no Niwa tatlı müzikleri, enteresan ve hakkında pek bir şey bilmediğimiz karakterleri ile bu keyfi veriyor. En sevdiğim özelliği görsellerin kalitesi ve inanılmazlığı oldu; ama karakter derinliği yaratmak için sürekli flashback yaparak derinlik katmaya çalışmayıp, bunun inşasını izleyiciye bırakması hoşuma gitti.

Bir aralar Bilkent’in pek insan uğramayan yerlerinde çimlere uzanıp yıldızları/bulutları seyrettiğim zamanlar geldi aklıma. Yaklaşan insan sesi duyduğumda keyfim kaçardı. Yalnız kalmak isteyen sevgililerin beni yalnız bırakması için dönüp kötü kötü bakardım. Yıllar öncesinde kalan bu anılarımdan sonra uzun süredir şöyle güzel bir Saya yeşili içinde kafa dinleme aktivitemi yerine getirmediğimi de farkettim. En kısa zamanda memlekete gidip haftaiçi günlerimden birini İznik gölünün kıyısında çam ağaçlarına astığım hamağımda geçireceğim.

Derin bir hikâye, iç ısıtan bir öykü, incelenmesi gereken karakterler gibi özellikleri olmayan animeleri ne izlerim ne de severim. Ama bazen, böyle güzide şaheserler sanatsallıklarıyla ön plana çıkıp cezbedebiliyor beni. Çayımı bitirip bu girdiyi yazmaya başlamadan önce aklımdan Urobuchi Gen bu hikâyeyi yazsaydı o güneş ışığıyla parlayan yağmur damlalarının nasıl bir karanlık kızıla döneceğini geçirmedim desem yalan olur.

Mutlu son, insanların içini ısıtan hikâyeler, eğlenceli mekanikler yaz(a)mıyor olmak, bunlardan keyif alamayacağım anlamına da gelmiyor elbet…

EF*: ef – A Fairy Tale of the Two ismiyle çıkmış bir görsel roman olup, Shaft stüdyosu tarafından ef – A Tale of Memories ve ef – A Tale of Melodies isimli iki sezonluk bir animeye çevrilmiştir. Gördüğüm en sanatsal çizimler ve yaklaşımlar bu animededir ve 2007 yapımı olmasına rağmen oldukça kaliteli görsellere ve teknolojiye sahiptir.

Söz uçar yazı kalır