Ne yapmıştı bu çocuk? Onları niye geri göndermişti? Neler geçiyordu aklından? Uğur çoktan yola çıkmış, Kerem ise ihtiyacı olacağını düşündüğü tüm iksirleri çantaya tıkmıştı. Ve kapıdaydılar… Aylin son bir defa dönüp baktı içeri. Şifacı Ocağı… İçinden bir ses burayı bir daha hiç göremeyeceğini söylüyordu… Ve kapıdan dışarıya adımını attı…
Üç Merandan sadece bir tanesi hayatta kalmıştı; ama son kalan da sonunun geldiğinin farkındaydı. Karşısındaki büyücü, bir insanın sahip olabileceğinden çok daha fazla kudrete sahipti. Normalde kullandığı direnç efsunları onu değil bir insandan, bir Toprak Şamanından bile korurdu; ama dayanamıyordu daha fazla. Vücuduna saplanan buz okları -kahretsin, normalde buz oku onun pullu derisine işlemezdi; ama bu buz okları her nasılsa çok sıcaktı- onun tüm yaşam enerjisini donduruyordu. Kaçamıyordu, yerler cam kesilmişti, toprak yoktu ortada. Klan günlerini düşündü, yumurtadan çıkan kardeşlerini… Derin bir nefes aldı ve son atağına hazırlandı. Ama daha önceden gelen bir meteorit, çenesini kırarak onu yere yuvarladı ve zaten etrafını sarmış ve baltasını çoktan eritmiş olan ateş, sonunda ağzından vücudunun derinliklerine doğru yolunu buldu.
Uğur, sadece bir parıltı görebiliyordu. Ama olay yerine ulaştığında parıltının, yerlerin tamamen camlaştığı için, batmış olan güneşin son ışıklarının yansımasından kaynaklandığını anladı. Furkan ordaydı. Dört Meran cesedinin tam ortasında boylu boyunca yere uzanmıştı…
Şifacı Kerem çantadan bir iksir çıkardı, Furkan’ın kapalı gözlerinden birini açtı ve bir anda yüzünü buruşturdu. Gözbebekleri yukarı kaymış, göz akları ortaya çıkmıştı. Kırmızı damarlar o beyaz tarlada yabani otlar gibi her yere yayılmıştı. Vücudu soğuktu, nefes alışı çok yavaş ve sessizdi. Nabzı atmıyor gibiydi. Ruhunun beden içinde olduğunu bilse de, daha ne kadar orda duracağını merak etmekten kendini alamıyordu Kerem… Yıllardır böyle bir şey görmemişti. Yan odaya geçtiğinde ağlamaktan gözleri şişmiş olan Aylin ve sert bakışlarıyla Uğur, bir büyüğü selamlar gibi ayağa kalktılar. “Kudretini çok fazla harcamış galiba, belirtiler bunu gösteriyor. Ama anlamadığım, kudreti tükenen büyücüler belli bir noktadan sonra bayılır kalırlar, bu hale gelmezler. Sanki… Sanki kendinde bulunandan çok daha fazlasını kullanmış. Bedeni bunu kaldırmakta çok zorlanıyor şu an…” Aylin’den feci bir hıçkırık duyuldu. Zaten kendisini zor tuttuğu çok aşikârdı. “Peki, bu nasıl oluyor? Yani Furkan pek de parlak bir büyücü değildi ki, oraya vardığımda dört adet Meran cesedinin arasında yatıyordu! Ne oldu Allah bilir.” dedi Uğur. Sesinde korku seziliyordu. “Fikrim yok; ama her ne olduysa orda Furkan’ın kendisini çok zorladığı ve şu an hayati tehlikesi bulunduğu gerçeği değişmez.” “İyileşecek mi?” diye histerik bir hıçkırık yükseldi Aylin’den ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Uğur onu başka bir odaya götürerek yatmasını söyledi. Aylin başta dirense de çok yorgun hissediyordu kendini ve kendini rüyalar âleminin gizemli topraklarına bıraktı.
Uğur geri döndüğünde Kerem’i düşünür halde buldu. “Bir büyücünün değil dört tanesiyle, bir tanesi ile bile başa çıkmakta zorlandığını bilmesem gene de şaşırırdım ki şu anda şoktayım. Furkan orda ne yaptı? O kadar Meran orda ne arıyordu? Of Furkan, iki gün daha bekleyemedin değil mi? Zaten açılacaktı Meteor Bölgesi, karar verilmişti çoktan. Ha, aklıma gelmişken bir de harita-” “Evet gördüm onu” diye Uğur’un sözünü kesti Kerem ve masanın üzerinde doğru uzanıp eski bir deri parçası getirdi. “Nerden bulduğu hakkında bir fikrin var mı? Oğuz bilincini topladığı zaman ona mı sorsak? Nasıl bir harita ki bu? Meteor bölgesine daha önce giden kim var ki? Kuklacı mı? Ama Arzuhalci onun Sivri Ada’ya gidip oradan yıllar önce ayrıldığını düşündüğünü söyledi -ki genelde onun düşündükleri doğrudur-. Acaba amacı neydi? Sorular, sorular, sorular…” “Peki, iyileşecek mi? Tam olarak nesi var?” diye araya girdi Uğur. Belli ki çok fazla cevapsız sorunun olması onu rahatsız etmişti. Hayatı boyunca kesinlikler ve keskinlikler üzere yaşamıştı. Kesin olmayan şeyleri sevmezdi.“Aylin’in yanında pek söylemek istemedim; ama onu kaybetme riskimiz var.” Uğur’un sert bakışları yumuşamaya başladı. “Ne olduğunu söylemek zor; ama belli ki vücuduna kaldırabileceğinden çok çok daha fazla yüklenmiş. Zihin gücünü olduğundan çok daha fazla kullanmış. Şu anda harap halde. Toparlanması çok güç görünüyor. Böyle bir durumu hayatımda ilk defa görüyorum. Önüme sadece savaşta yaralanmış büyücüler getirildi. Ki bildiğin gibi her sınıf ayrı bir bakıma ihtiyaç duyar.” Evet anlamında başını salladı Uğur. Kurt Adamları temizlerken gözlerini Şifacı Ocağında açtığı gün geldi aklına. Yanındaki yataklarda sadece savaşçı sınıfından arkadaşları vardı. Büyücü ve şifacılar ayrı yerdeydiler. “Yapabileceğimiz tek şey bekleyip dua etmek.” dedi Kerem ve Uğur anılarından sıyrıldı. “Daha kötüsü, orda olanlar çok kişi tarafından duyulacak, Handan Hanım ne diyecek? Ya diğer insanlar? Teşkilat bu konuda ne düşünecek? O Meranlar oraya belli bir sebepten gelmiş olmalılar. Biz oraya vardığımızda zaten bir sürü ceset vardı ve bir tane de Meran cesedi. Demek ki bir şeyi bekliyorlardı, birini… Beklerken de boş durmadılar. Peki, ama niye istedikleri Furkan’dı? Ya da Furkan mıydı?”
Onlar konuşur ve cevabını bulamayacakları sorular üzerinde düşünürken; uzaklarda çorak ve ıssız toprakların koynundaki bir Klan merkezinde dişi bir Meran küplere biniyordu. Şahmeran’ın soyundan gelen Minoan Klanının kraliçesi, dört adet cesedin üstünde sürünüyordu. “Beceriksizler!!!” diye tısladı. “Nasıl başarısız olursunuz!!! Onurumuzu zedelediniz, bir insanoğluna yenildiniz!!!” yanındaki Meranlar dikey gözbebeklerini yere, cesetler dikmişlerdi. Kraliçenin gazabına uğramamak için hiçbir şey söylemiyorlardı. Ama hepsinin aklından geçen şey aynıydı. Bu işin içinde aralarından ayrılan ‘Büyük Olan’ vardı. “Evet!!!” diye tısladı kraliçe. “Evet!!! İşin içinde o var!!! Onu buradan canlı göndermememiz gerekirdi!!! Anlaşılan sandığımızdan daha yetenekliymiş hayatta kalma konusunda!!!” Aylar önce Klan merkezinden ayrılırken, tüm Meranlar saygıyla enselerini toplamışlardı. Kraliçe’nin gözünden kaçan bu olay, kimse tarafından dile getirilmemişti tekrar. Ama şimdi biliyorlardı ki, gücünü küçümseyerek hata yapmıştı Kraliçe… Sadece yaşamasına izin vererek Meteor Bölgesine sürülüşü onun sonu olur diye düşünmüştü; ama anlaşılan yanılmıştı. Ve bunu bilmek, Kraliçe’yi büsbütün çileden çıkarıyordu… Büyük Olan ise o sırada Furkan’ın dönüşü çok fazla geciktiği için planlarında değişiklik yapmakla meşguldü…
Oğuz bir anda gözlerini açtı. Korkuyla etrafına baktı ve farklı bir yerde olduğunu gördü. Ancak bu onun korkusunu daha da artırdı ve nefesi kesildi. Nihayet tehlikede olmadığını anlayınca kendini yatağa bıraktı. Rüyaydı elbet gördükleri… Binlerce Meran, uçsuz bucaksız çöl toprakları üzerinde mükemmel bir dizilişle hazır bekliyordu. Başlarında da hepsinden üstün olduğu daha ilk bakışta belli olan bir Dişi Meran vardı. Oğuz ise hepsinin karşısında tek başınaydı. Uyanmıştı; ama korku hâlâ onu terk etmemişti. Tıpkı Meteor Bölgesinde ilk karşılaştıkları büyük canavarla savaşırken kendinden geçtikten sonra gözlerini ilk açtığında Meranı gördüğü zamanki gibi korkmuştu. Belki de daha fazla. Ölümüm bu kadar yakın olması, gözlerinin içine bakması Oğuz’u korkutuyordu. Biraz olsun kendine gelince, nerde olduğunu anlamaya çalıştı. Ve hatırladı. Furkan ile birlikte Meran’ın yanındaydılar, bir geçit görmüşlerdi, haritadaki işaretli son yer… Sonra? Sonrasını hatırlamıyordu Oğuz. Sonra gözlerini burada açmıştı. Kendini olduğundan daha güçlü hissediyordu. Dinlenmişti, sanki bir tatile çıkmış gibiydi. Acaba ölümle yaşam arasındaki incecik çizgi üzerinde dans etmiş olması mı onun böyle hissetmesine sebepti? “Neyse…” diye iç geçirdi Oğuz. Furkan neredeydi acaba? Asıl önemlisi kendisi neredeydi? Ayağa kalktı ve yanındaki masada duran bir bardağı düşürerek kırdı. “Of ya, Furkan’ın sakarlıkları bana mı geçti?” dedi ve kapıya yöneldi, asası da kapının yanındaydı zaten…
Haritayı inceleyeduran Kerem ile Uğur, en sonunda onu Arzuhalci’ye göstermeye karar verdiler. “Olanları öğrenince Teşkilat ne yapacak acaba?” dedi Uğur. “Meteor Bölgesini kapatamaz, bir kere açıldı orası!”, “Şu anda daha önemli konular var” diye yine kesti Kerem. Tam o sırada ufak bir şangırtı duyuldu ve Uğur elinin hareket ettiği daha fark edilmeden kılcını eline alıp ayağa kalkmaya hamle etti. “Merak etme, Oğuz’un olduğu odadan geldi o ses” dedi Kerem. “Muhtemelen kendine gelmiştir” diye de ekledi. Uğur ise bu rahatlığın ilerde Kerem’in başına iş açacağından emin bir şekilde odayı kontrole gitti. Oğuz’du gerçekten de. Ayaktaydı, çok iyi görünüyordu, asası elindeydi. Sanki savaşa hazır bir komutanın duruyordu önünde. Ama Uğur’un soracak soruları vardı ve madem Oğuz iyi görünüyordu, hemen başlayabilirlerdi. Ve başladılar.
“Ya bu anlattıklarına bizim şarapçı bile inanmaz” diye şaşkınlığını belirtti Kerem. Neler demişti bu büyücü onlara? Olacak gibi değildi. Bir Meran, bir büyücü, bir harita, bir görev… Uğur’un iyice aklı karışmıştı. Ama tüm olaylar Oğuz’un anlattıklarının doğruluğu üzere gelişmişti şimdiye kadar. “Eh, anlamanın bir yolu var; bir Savaşçı, bir Şifacı, bir de Büyücüyüz, değil mi? Karşımızda duracak fazla engel yok” dedi Kerem. Şimdiye kadar Üstadından başka kimsenin göremediği gerçek gücüne güveniyordu Kerem. Hazırdı oraya gitmeye. “Ama Mansur Bey’in varisi ne olacak?” dedi Uğur. “Hâlâ Beyaz Köşk’te ise ondan daha fazlasını öğrenebiliriz.”, “Oraya elini kolunu sallayarak girebileceğini mi sanıyorsun? Oğuz’u dinlesene biraz, o bile nasıl girdiklerini bilmiyor.” , “Doğru” diye onayladı Oğuz. “‘Yer Değiştirme’ ile gittiğimiz yerlere bile gözümüz kapalı gittik. Girişi hiç göremedik, ne tür korumalar vardır bilemiyoruz.” diye de ekledi. Uğur’un morali bozulmuştu. Mademki gizemli varis şimdilik ulaşılmazdı, diğer işi halletmeleri gerekiyordu. “Teşkilat bu olanları bir öğrense… Demek ki istihbarat yetersiz.” dedi Kerem ve ayağa kalktı. “O zaman Furkan’a bir bakalım, kendine gelecek gibiyse eğer onu da almamızda bir sakınca olmaz herhalde, saatlerdir tartışıyoruz ve hâlâ hayattaysa iyileşecek demektir ” dedi Kerem ve Oğuz’un soru soran bakışlarına hiç cevap vermeden Furkan’ın kaldığı odaya gitti. Fakat tek karşılaştığı boş bir yatak ve yeni boşaldığı belli birkaç iksir şişesi oldu…