Yapacak başka bir şey bulamadığı için Uğur da uyku denen sonu bilinmez karanlığın kollarına bırakmıştı kendisini, tam da Kerem’in yanına. Dinlenmesi gerektiğini biliyordu, ama genç nöbetçiye de güvenemiyordu. Tecrübeler acıydı, bildikleri fazlaydı; ama kendi üstadı ile aynı guruptaydı. İlginç olan nokta da buydu ya zaten. O kadar gurup içinden kendi üstadının liderlik yaptığı guruba düşmüştü. Eh, fena da olmamıştı. Üstadını babası gibi severdi, saygı duyar ve her hareketinden bir şeyler öğrenmeye çalışırdı. Uğur, arkadaşlarının “sen genç bir üstad sayılırsın” demelerine hiç bakmaz ve hep üstadının peşinde dolaşırdı, en ufak bir ayrıntıyı bile kaçırmamak için. İyi bir öğrenciydi ve bunun ödülünü hâlâ hayatta olarak defalarca kez almıştı. Kurt Adam’ların Eminönü’nden temizlenmesi, Tepegöz Avı, Labirent Baskını, Gizit Klanı’na darbeler… Bu görevlerin hemen hepsinde arkadaşlarını kaybetmişti Uğur. Şimdi bu tecrübelere dayanarak bilmedikleri bir yerde genç bir büyücüyü ilk nöbetçi olarak bırakmanın iyi bir seçim olmadığını söylemişti üstadına; ama üstad gülümsemiş ve kararın artık verildiğini söylemişti. “Verilen kararlar değişmez mi hiç?” demişti Uğur ve üstad sadece gülümsemekle yetinmişti. Furkan neredeydi acaba? Kahrolası çocuk, ne yapmaya çalışıyordu. Konuşamamışlardı bile. “Allah vere de başına bir şey gelmese bari” diye düşündü ve göz kapakları kapandı.
Oğuz Aylin’i yatıştırmakta pek zorlanmamıştı; ama onu burada tutmak zor görünüyordu. Eh, kendine göre yöntemleri vardı Oğuz’un ve uygulamaktan çekinmezdi. Aylin kilitli evin parmaklıklı penceresinin arkasında cama vururken Oğuz, Şarapçı ile edeceği sohbetin ayrıntılarını düşünüyordu. Bastırdığı yanı biraz güçlenmişti, macera istiyordu, bir şeyler olmalıydı. “Bari bir klan savaşı olsa da birkaç savaşçı Lodos kessem” diye düşündü, eldivenlerinde Lodos simgesi olan üç şifacının yanından geçerken. Gözlerindeki nefret, neredeyse şimşekler çakarak buluştu; ama bir olay çıkmadı. Zaten Meteor Bölgesinde yeterince olay oluyordu.
Gecenin karanlığının içinden ufak bir cızırtı sesi geldi. Uğur kalkanını eline alıp savunmaya geçtiğinde, nasıl bu kadar uyumuş olabileceğine şaştı. Üstad, elinde kılıcı ve kalkanıyla birlikte ayaktaydı. Birkaç savaşçı daha ayağa kalkmış, Kerem ise yeni yeni uyanmaya başlamıştı. Nöbetçi, boynundaki bir ok ile kanlar içinde yere uzanmıştı. Havayı yararken ıslık gibi bir ses çıkartan ok, Uğur’un kalkanını çok çevik bir hareketle kaldırmasıyla boynuna saplanmaktan vazgeçmişti. Tepenin üstünde elinde yay olan maskeli kişiler ok yağmuruna başladı ve onların arkasından gelen cızırtılar geceyi aydınlatarak vadide olan gurubun etrafını sardı. Zincir Delileri yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Gurup, Çeteciler tarafından sarılmıştı.
“Nasıl bu kadar yaklaştılar!” diye bağırdı Uğur. Olamazdı, onca yıldan beri düşmanını çok uzaktan hissetmişti Uğur. Ama anlaşılan bu defa düşman da keskin dişliydi. Sultanlar, okçuların arasından öne çıkıp gecenin karanlığını tehlikeli bir şekilde yaran kıvılcımlarını çaktılar. Tam o sırada Kerem asasını kaldırdı ve toprağa sapladı. Uğur bir anda içinde bir güç hissetti. Daha dayanıklı hissediyordu, sanki vursalar işlemeyecek gibiydi. Anlaşılan Kerem sağlam bir direnç efsunu yapmıştı. “Sağlam Şifacı, ilerde kesin üstad olur” diye düşündü Uğur, bir oku daha kalkanıyla savuşturarak. Ama olan o anda oldu. Tüm Sultanlar bir anda parmaklarını Kerem’e yönlendirerek ortalığı gündüzmüşçesine aydınlattılar. Kerem’in çığlığı, öyle yüksek ve acı doluydu ki, duyanlar kulaklarını tıkamak isterdi. Kerem’in neredeyse iskeleti görünüyordu çıkan ışıktan ve Zincir Delileri koşarak tepelerden aşağıya inmeye başladılar.
İlk birkaç Zincir Delisini kıdemli okçular düşürdü, aralarında Uğur’un tanıdıkları da vardı. Ama Deliler guruba yetişti ve yakın bir savaş başladı. Uğur kılıcına sarılmış bir zinciri kuvvetle yanına çekerek kalkanının keskin yanı ile bir Zincir Delisinin kafasını kopardı. Tam o sırada arkasından gelen kılıcın havayı yararken çıkardığı sesi duyarak oraya döndü ve kılıcı ile karşı hamle yaptı. Kılıçlar havada çarpışırken ortaya kıvılcımlar çıktı. Ama o anda soldan bir Zincir Muhafızı daha saldırdı ve Uğur kalkanını olanca gücüyle Muhafızın yüzüne indirdi. Muhafız boğuk bir ses çıkardı ve elmacık kemikleri beynine geçmiş bir şekilde yuvarlandı. Önündeki ise diğer elindeki kalkanı yere atmış ve bir hançeri Uğur’un böğrüne saplamak için hamle etmişti. Uğur, sağ bileğini acı verici bir şekilde hızlıca döndürerek Muhafızın hançeri tuttuğu bileğini kopardı ve kılıcını Muhafızın tam göğsüne sapladı. O sırada bir ok baldırına saplandı. Uğur acı ile haykırdı ve gözlerini çevirdiği yönden gelen elektrik akımını gördü. Kalkanını son anda kaldırmıştı; ama yine de elektriğin vücudunda gezerken verdiği acıyı bir nebze hissetti. Sağ eliyle baldırına saplanan oku tuttu ve çekti. Ok, usta birinin elinden çıkmışa benziyordu; deldiği yeri parçalıyordu da. Fakat Uğur oku fırlattı ve Sultanlara doğru koşmaya başladı. Büyücüler, uzaktaki okçulara yönelmişlerdi. Sultanlar, büyücüler için çok dirençliydiler ve hiçbiri Zincir Delileriyle veya Muhafızlarıyla karşı karşıya gelmeyi göze alamıyordu. Şifacıların çoğu yerde cansız yatıyorlardı. Uğur sol tarafından gelen bir oku kolaylıkla savuştururken bir büyücünün arkasından sinsice yaklaşmış olan bir Delinin de kafasını uçuruverdi. Birden vücudu derin bir acı ile çarpıldı. Bir Sultan arkasından saldırmıştı ona. Acı inanılmazdı, dizlerinin üstüne çöktü. Kıpırdamakta bile çok zorlanıyordu. O anda birkaç adım ötedeki üstadını gördü. Aslında tam göremiyordu, çünkü etrafındaki Zincir Delileri ve Muhafızları tarafından çember içine alınmıştı. Birden ufak bir ışık çaktı ve küçük bir patlama ile bir gurup Muhafız ve Zincir Delisi etraflarındaki kayalara çarparak yere yığıldı. Üstad’ın bir tarafı boşalmıştı artık. Sırtını hemen oraya döndü ve diğerleri ile vuruşmaya devam etti. Uğur o efsunu tam öğrenememişti bir türlü. Elindeki kılıcı fırlattı ve acı kesildi. Bakmadan atmasına rağmen Sultanı tam karnından vurmuştu. Koşarak kılıcı almaya gitti, alırken de kılıcı çevirmeyi ihmal etmedi. Sultan, maskesinin altındaki çakmak çakmak gözleriyle ona nefretle baktı ve gözlerin ışığı söndü. Uğur, düşmanın en kalabalık olduğu yeri görmeye çalıştı. Şüphesiz, üstadının yanındaydılar. Oraya doğru koştu. Önündeki bir tümseğe sağ ayağıyla bastı, gerildi ve zıpladı. Büyücüleri çembere almaya çalışan bir Sultan gurubunun ortasına düştüğünde bir şok dalgası yayıldı ve etrafındaki tüm Sultanlar oldukları yerden fırlayarak çok ötelere düştüler. Kimisi de kayalara çarparak çarptıkları yerlerde kan izleri bıraktılar.
“Okçulaaaar!” diye bağırdı bir Zincir Muhafızı. Zırhı diğerlerinden daha büyüktü, cüssesi de öyle. Muhtemelen baskın çetesinin lideriydi. O bağırdığı anda bir hareketlilik oldu. Zincir Delileri ve Muhafızlarından oluşan bir gurup hemen dağıldı ve Uğur üstadını gördü. Şaşkın görünüyordu üstad, ne olduğunu anlayamamıştı anlaşılan. Hiç kimse anlamamıştı zaten. Bir anda gerilen yayın sesi tiz bir ‘tın’ sesiyle boşaldı ve onlarca ok üstada doğru yol almaya başladı. Uğur için sanki bir an zaman durdu. Fakat üstad, yaşından hiç beklenmeyen bir çeviklikle mükemmel bir kalkan efsunu kullandı. Oklar ona çarptığında sarsılmadı bile. Dahası da vardı, ona çarpan her bir ok, üstadda iz bile bırakmadan sekti ve etrafındaki düşmanlara çarptı. Ama zaman o anda kırıldı. Lider Çeteci, kılıcını olanca gücüyle üstadın sırtına indirdi. Üstad bir an titredi, gözleri daha iri açıldı; sırtındaki zırhtan bir çatlama sesi geldi ve üstad, dizlerinin üstüne çöktü.
“Hayıııııır!!!” diye bağırdı Uğur. Etrafı, üstadının etrafından çekilen Zincir Delileri ve Muhafızlarıyla çevrildi. Gözlerindeki alev kılıcına sirayet etti. Kılıcı alev alev yanıyordu. Efsunu ateşliydi zaten kılıcının. Müthiş bir patlama sesi duyuldu ve önündeki Zincir gurubundan bedensiz kollar ve kafalar fırladı. Arkasını döndü. Birkaç Sultan ve Zincir Delisi vardı. Sultanlar daha parmaklarını oynatamadan Uğur üç tanesinin vücudunu tek hamlede yardı. Üstüne atlayan tüm Delileri tek bir kalkan hamlesiyle savuşturdu, kendisine en yakın düşmanın, bir Sultanın yüzüne kılıcının kabzasını indirdi. İçinde kalan kudret çok azalmıştı, bunun farkındaydı. Son bir efsun daha kullanabilirdi sadece. Tam ensesinde kalkmış olan bir kılıç, havayı yaran bir ok sesinden sonra gelen bir öğürmeyle yere düştü. Arkasını döndüğünde cansız yatan bir Zincir Muhafızının ötesinde elinde kartal kanadıyla efsunlanmış yayı olan Aykut’u gördü. Aykut ona gülümsedi, Uğur da aynı şekilde karşılık verdi. Etraf sessizleşmişti. Lider Çeteci tepeden yukarı doğru koşuyordu, arkasında da birkaç Zincir Muhafızı vardı. Hiç Zincir Delisi göremedi. Çeteci Okçular yaylarını toplayıp gözden kayboldular. Geri çekiliyorlardı. Ama Uğur bunun çok kısa bir süre için olduğunu ve çok daha fazla Çetecinin geleceğini acı tecrübelerle biliyordu. Hemen toparlanmalı ve başka bir gurupla birleşmeliydiler. Ama kendi gurubundan geriye hiçbir şey kalmamış gibiydi.
Ayağa kalktığında vadinin cesetle dolu olduğunu gördü. Zincirler, kılıçlar, kalkanlar, asalar… Gelmeyecek olan sahiplerini bekliyorlardı. Bir inilti duydu. “Üstad” diye oynadı dudakları. Hemen onun yanına koştu. Ölmemişti, henüz. Uğur’u gördüğünde yüzü aydınlandı üstadın. “Uğur” diye hırıltılı bir ses çıktı üstadın boğazından. “Uğur, artık vaktim doldu. Artık üstad sensin!” dedi. “Hayır, daha ölmediniz, daha yaşayacak ve bana birçok şey öğreteceksiniz!” dedi Uğur. “Hayır, Uğur” diye daha da hırıltılı bir ses çıkardı üstad. Öksürdü, nefesi yavaşlamaya başladı. Uğur, sıcaklığın üstadının bedeninden ayrıldığını hissediyordu. Olamazdı, üstadı ölemezdi. Daha klan binasının kapısından ilk girdiğinde inanmıştı üstadının yenilmez olduğuna. Onun için ölümsüzdü o, yenilmezdi. Yaşlar gözlerine yürüdü. “Uğur, vaktim dar; bunlar artık senin ve üstad sensin” dedi ve bir elini boynuna götürerek altın zincirli bir kolyeyi çıkardı. Uğur almamaya çalışsa da üstadın ani bir titremesiyle kolyeyi eline aldı. Üstad, sağ elindeki yüzüğü çıkarmaya çalıştı; fakat başaramadı. Tekrar öksürdü, “Uğur şu yüzüğü çıkart” dedi. Uğur, üstadının gözlerine baktı. Görmeyi beklediği şeyi gördü: ölmek üzere olan birinin kararlılığını. Üstadının, onun kollarında öleceği hiç aklına gelmemişti. “Uğur, hadi” dedi üstad. Sesindeki hırıltı yüzünden ne dediği çok zor anlaşılıyordu. Uğur, üstadının dediğini yaptı, yüzüğü çekti. Yüzük parmaktan ayrılırken ufak bir ışık çaktı, yüzüğü tutan kolunun titrediğini hissetti. “İşte ‘Devir-Teslim’ tamam” dedi üstad. “Artık yeni üstad sensin, efsunlar seni kabullendiler” dedi. Uğur hiçbir şey anlayamıyordu. Sanki bir rüyadaydı ve kalkmak istiyordu. Ama üstadının vücudundan çekilen sıcaklık, ellerindeki kan, hâlâ vücudunda gezen elektriğin verdiği acı, hırıltılı nefes ve savaş sonrası o inanılmaz soğukluk Uğur’a rüyada olmadığını anlatmaya yeterliydi. Üstad Uğur’un gözlerine baktı “Handan Hanım’ın dediklerini unutmayın: ‘Yaratıklara mutlaka Lodoslardan önce ulaşın’, sakın unutmayın, üstadım!” dedi ve göz bebekleri yukarı kaydı. Vücudu son sıcaklığını kaybetti, nefesi kesildi. Üstad ölmüştü.
“Kerem!” diye bağırdı Uğur. Neredeydi Allah’ın cezası Şifacı. “Kerem!”, otuz adım kadar ötede ufak bir kıpırdanma gördü, Kerem’di. Hemen onun yanına koştu ve yakalarından tutarak Kerem’i sarsmaya başladı. “Kalk, Allah’ın cezası, KALK! Üstadı geri getir!”, şiddetle sarsıyordu Kerem’i; ancak geri hiçbir tepki alamıyordu. “Uğur” diye bir ses duydu, omzunda hissettiği elden sonra. Aykut’tu. “Uğur, çeteciler tekrar gelecek, gitmeliyiz” dedi. Uğur bir ona, bir üstadının cansız bedenine, bir de Kerem’e baktı. Aykut haklıydı. Vakitleri neredeyse tamamdı. Çeteciler birazdan gelecek, onları da öldürüp tüm efsunları toplayacak ve muhtemelen tüm cesetlerden bir zafer yemeği yapacaklardı. Üstadının bedenini onlara mı bırakacaktı? Kerem’in nefes aldığını hissetti. Uzaktan gelen gürültüleri duymaya başlamıştı. Artık üstad oydu ve yapması gerekeni yapacaktı. Diğerlerini kontrol etmeye vakitleri yoktu. Ondan başka sadece Kerem ve Aykut hayattaydı. Kerem’i sırtına aldı ve içinde kaldığını hissettiği son kudretini depar atabilmek için kullanırken, eski üstadın cesedini görmek için geriye dönüp bakmadı.
Oradan çok fazla uzaklaşmamışken karşılarına çıkan bir Kurt Adam, dostlarını çağırmak için ulumaya başlamışken, Aykut’un gönderdiği bir okla boğazından vuruldu. Uğur, savaş narasına benzeyen bir ulumanın ani ve hırıltılı bir şekilde kesilmesine gülümsedi.