Sene 1998, bir akşam üzeri, annemin iş arkadaşının evine misafirliğe gitmişiz… Benden birkaç yaş büyük olan oğullarının yanına geçmişim, PSOne kurulu arkadaşın odasında, oynuyoruz…
“Korkunç bir oyun var açayım mı?” diye soruyor kendisi, ben de “Aç aç!” diyor ve atlıyorum. Ve arkadaş Resident Evil 2‘yi takıyor PSX’e, oyun çalışıyor ve kolu bana veriyor. Daha en başta kontrollere alışana kadar ben, Leon yere düşüyor, zombiler etrafını sarıyor, kanlar ekrana fışkırıyor, Leon çığlık atarak geberiyor.
Resident Evil ile ilk tanışmam böyle olmuştu. Bir yıl sonrasında, hatta 17 Ağustos depreminden sonra, ‘korkunçlu oyun’, korktuğumuz ve rüyalarımıza girdiği için başka bir CD ile değiştirilmiş olmasına rağmen, yeni çıkan versiyonu, Resident Evil 3: Nemesis yerine gelmiş, arkadaş da “korkulu oyunun yenisi geldi deneyelim mi” demiş, ve ben de “tamam olur, hazır hava aydınlıkken oynayalım” diyerek tekrar atlamıştım.
Ve çocukluk aşkım Jill Valentine ile tanışmam da böyle olmuştu…
Sonrasında Resident Evil serisinin hemen her oyununu oynamaya çalışmış, bir çoğunu bitirmiş, bir kısmını da defalarca (20’nin üzerinde) bitirmiştim. Hatta geçenlerde bulduğum şu resim (yanda), Resident Evil 3’ü 2 saat civarında bir sürede bitirmiş olmama inanmayanlar için 2007’de aldığım bir ekran görüntüsü, arşivimi karıştırırken buldum.
Tabi şimdi, Resident Evil serisi üzerine yazabilecek çok şeyim var, ki ara ara da yazmıyorum değil. Ama bu yazının sebebi, filmler üzerine olan düşüncemi aktarabilmek.
Resident Evil serisinin film adaptasyonu ilk defa 2002’de, ilk oyunun oldukça farklılaştırılmış bir versiyonu olarak çıktı. O zamanlar 8. sınıfa yeni geçmiştim, ve bir sürü aksiliğin üst üste gelmesi ile bir türlü gidememiştim sinemaya. Bir pazartesi sabahı, sinemaya gidip izleyen bir arkadaşın da filmi övmesi ile iyice tutuşan ben, 2003 yazında filmin VCD’sini görür görmez üzerine çökmüştüm. O zamanlar DVD yeni bir teknoloji ve her evde yok, internet zaten 56k…
İlk filmdeki gereksiz Alice karakterinin üzerinde çok durmayan ben, 2004 yılının başında ilk defa ikinci filmin trailer’ını görünce çıldırmıştım.
Nemesis ve Jill Valentine vardı…
Resident Evil 3: Nemesis’in serideki favori oyunum olduğunu göz önünde bulundurunca, yaşadığım heyecan ve tedirginliği bir nebze anlatmam mümkün olur. Bir kere Nemesis ilk filmde bahsi geçerek ikinci filmde giriş yapacağının sinyallerini vermişti. İlk filmin sonunda Matt’in bir Licker tarafından yaralanması ile virüs kapmış olması dolayısıyla Nemesis Programı’na alındığına şahit olmuştuk. İkinci filmde Jill Valentine’ın elbisesinin içerisinde göreceğimiz aktör ise Sienna Guillory‘den başkası değildi…
Jill Valentine karakteri benim için çocukluk aşkı olarak önemli yer tuttuğu için onu oynayacak kişi de çok önemliydi. Sienna Guillory tüm beklentilerimin üzerinde bir oyunculuk ve… güzellik sergiledi. Kimileri Angelina Jolie peşinde, kimileri Cameron Diaz peşinde divane olurken ben Sienna Guillory hayranı olarak kaldım. Bu hayranlığım Resident Evil filmleri dışına da taştı; ama Sienna Guillory, Retribution filmine kadar geri gelmedi Resident Evil serisine…
Resident Evil Apocalypse olarak adlandırılan ikinci filme lise 2’de Capitol AFM (Şimdi Spectrum) sinemalarında gittim. Etrafımda Resident Evil ile ilgilenen kimse olmadığı gibi sinemaya gitme kültürü olan kimse de yoktu. Filmin ilk 15 dakikasında salondan on kişinin çıkması çok hoşuma gitti. Ama gelin görün ki Nemesis’i şamaroğlanı ettiler Alice karakteri için… Resident Evil film serisinin ne olacağı orada belli olmuştu… Her ne kadar Sienna Guillory için ikinci film benim açımdam güzel olsa da, RE fanları için iki yol vardı karşılarında: ya film serisini dışlayıp itin deliğine sokacak, ya da oyun serisinden farklı bir evrende olduğunu kabul edip öyle yargılayacaklardı. Ben ikincisini seçtim…
3. film olan Extinction, ben üniversite birinci sınıftayken çıkmıştı. Yine lisedeki ile aynı durumda olduğum için (RE bilmeyen, sinema kültürü olmayan arkadaşlar), alıp başımı tek başıma gittim. Resident Evil beklentim olmadığı, Paul W.S. Anderson’ın kafasına göre bir dünya yaratıp sevgilisi (şimdi evinin kadını çocuğunun anası olan) Milla Jovovich’in kişisel şovuna çevirdiğini bildiğim için beklentilerim yüksek olarak gitmedim. Ama filmin sonunda Tyrant’ı görünce, o kadar sevindim, o kadar keyif aldım ki son sahnede Albert Wesker’i görmüş olmak cila oldu üstüne. Gittiğime değmiş diyerek mutlu bir şekilde sinemadan ayrıldım. 3. film hakikatinde serinin en zayıf halkası oldu gözümde. Hikâyeye bir şey katmadığı gibi, saf aksiyondan oluşan bir filmdi. Ayrıca Alice karakteri insanüstü güçlerin bir tarafına koymuş olarak bilim kurgudan fantastik kurguya geçirmişti filmi…
Afterlife muhabbeti ise ikinci film çıktıktan sonra başlamıştı. 3. film Afterlife olarak adlandırılacak, Albert Wesker yer alacak falan filan… öyle spekilüsyonlar geziyordu ki heyecanlamıştık. Ama tırt bir şey çıktı karşımıza… Asıl Afterlife 4. film oldu…
4. film 2010 Eylül ayında gösterime giriyordu, 3 boyutlu olarak geliyordu, aksiyonun bir taraflarına koyuyordu, Albert Wesker’ı villain olarak getiriyordu… Babamı kandırıp götürmüştüm Afterlife filmine. Her ne kadar kendisi yılların sinefili olarak asla ulaşamayacağım bir film kültürüne sahip olarak filmi yerden yere vurmaya değer bile görmemiş olsa da, 3 boyutun keyfini çıkardı. Benim içinse Claire Redfield ve Chris Redfield’in gelişi, Albert Wesker’in 5. oyundaki muhteşem dövüş sahnelerinin uyarlanışı, Alice’in insanüstü güçlerinin elinden alınışı… Bu filmde Anderson adam olmaya başlamış gibi bir izlenim verecek gibi olmuştu.
Ama bu defa da önceki oyunlardan çeşitli sahne ve düşmanları alarak, önceki filmlere olan bağlantılarından hiçbir açıklama yapma gereği duymayarak, tamamiyle “ortaya karışık” tarzında bir film yaptığı için Anderson’dan adam olmaz, Resident Evil filmleri de değişmez diyerek keyif almaya bakmıştım sadece. Ama Afterlife’ın bana bir sürprizi daha vardı…
Filmin son sahnesinde Sienna Guillory, Jill Valentine olarak geri geliyordu!
Ve yıl 2012… 14 yıllık bir geçmişi bu kadar kısa bir yazıya sığdırmak her ne kadar zor olduysa da, Retribution filmi benim için ‘Imax’te 3D izleyeceğim’ dediğim nadir filmlerden biri oldu. Sienna Guillory, Jill Valentine olarak geri geliyordu, Albert Wesker ölmemişti, Ada Wong ve Leon S. Kennedy yeni karakterler olarak geliyorlardı… Mutlaka izlemem gereken bir filmdi.
Şanssızlık eseri filme birkaç dakika geç girerek boş bulduğum bir yere (şansıma da biletimdeki yerden daha iyi bir yere) oturarak filmi izlemeye başladığımda beklentilerim ortalamanın altındaydı ve tamamen eleştirel bir gözle izleyecektim. Bunun sebebi ise Öteki Sinema’da okuduğum yapım notları oldu.
Film ağır çekimde geriye sarım olarak başlayınca şaşırdım. Doğrudan aksiyona giriş veya anlamsız bir iki olayla patlak veren filmler, bu defa ilginç bir kadraj ile başlıyordu. Çok hoşuma giden bu sahnenin arkasındaki müziklerin de hakikaten atmosferi yansıtmaya yaklaşmış olması umutlarımı yükseltti. Kısa süreli bir özetten sonra Ada Wong’un girişi ise hiç beklemediğim bir şekilde oldu.
Resident Evil 4’ün en muhteşem sahnelerinden biri şüphesiz Ada Wong ile Leon S. Kennedy’nin ilk karşılaştığı, Ada’nın muhteşem hareketlerle silahını geri alıp Leon’dan ayarı yediği yerdir. Aynı sahneyi Alice ve Ada ile yapan Anderson, benden 10 üzerinden 8 civarı bir not almayı başardı o sahnenin replikasyonu ile. Ama “daha bitmedi” der gibi birkaç dakika sonra Leon S. Kennedy ve Barry Burton’ın da filme dahil olması ile yaşadığım nostaljiyi film arasında attığım tvit ile de belirttim.
Resident Evil 5: Retribution Imax3D ilk yarı bitti. Yaşadığım nostaljiyi anlatamam…
— Tansel Altınel (@Tanshaydar) September 16, 2012
Film genel olarak yine aksiyonun bir tarafına koyarak 4. ve 5. oyundan hiçbir açıklama yapmadan malzeme araklayan bir ‘ortaya karışık’ olmuş olmasına rağmen, bu defa karakterlerin üzerine eğilmişler. Leon ile Ada arasındaki karmaşık ilişkiyi bir nebze yansıtmayı başarırken, Jill Valentine’ın hayatta kalma yeteneklerini sonuna kadar gösterip, Alice karakterini daha insansı ve hatta kırılgan hale getirmeleri oldukça ilgi çekici ve filme tat katan ayrıntılar olmuş.
Jill Valentine her ne kadar baş düşman olarak yer almış olsa da, Alice’i her sahnede ezmiş olması beni mest etti.
Paul W. S. Anderson’ın yaptığı her Resident Evil filminin sonunda bir sonraki filme girizgâh yapması alışılagelmiş bir durum ve Retribution’ın sonunda bile bunu yapmış… Yani bir film daha çıkarsa şaşırmayın, nasıl olsa para kazanıyorlar benim gibi fanlardan.
Aslında Afterlife’tan sonra bir reboot (seriyi sıfırlayıp yeniden başlama) muhabbeti dönmüştü ortalıkta, hatta Anderson da kendisinin yer almama ihtimalinden bahsetmişti; ama ellerinde bu kadar malzeme varken, bu kadar da para kazanıyorken Resident Evil filmleri daha çooook devam eder…
Neden şehirdeki tek sinemayı barındıran avm bu filmin geldiği zaman’a denk gelip cayır cayır yanar ki. Alice’in jill tarafından pataklandığını görmek için bayağa sabırsızlanıyorum, en iyisi otobüse atlayıp, başka bir şehire gitmek olacak.Filmle ilgili hemen hemen aynı düşüncelere sahibiz, aslında sıfıra alıp seriye daha sadık bir film yaratsalar daha iyi olurda, aynen bu kadar para basan seriyi sıfırlamakla uğraşacaklarını sanmıyorum. Filmin ve oyunun hayranları bile ayrı ayrı oluşum haline gelmeye başladı.biz gerçek RE fanları ise, usulca kenarımızdan nasıl olmuş diye izliyoruz filmleri…
Sienna Guillory diyorum başka bir şey demiyorum, RE filmlerinin benim için tek değeri odur 😀
Tebrik ederim gerçekten çok harika bir yazı olmuş.Bana bile nostalji yaşattı diyebilirim.Ayrıca “Keşke gitseydim.” dedirtecek bir yazı olmuş benim için. 🙂 Ama Blu-ray bekliyorum. 🙂
İlginç bir şekilde Resident Evil fillmerini (ilk film hariç) sinemada izledim ve bir daha ne DVD ne de Blu-ray olarak izledim. İzleyesim mi gelmedi, yoksa sinemada izleyince ‘izledim oldu bitti’ tarzında arşivimin tozlu sayfalarında yerini mi aldı bilemeyeceğim; ama blu-ray beklemekte fayda var elbette, en azından Ada’nın giriş ve Jill’in dövüş sahneleri için.
Bu arada gerçek resident evil filmi , Resident evil: Degeneration’ın Devamı olan, Resident evil: Damnation’da çıkmış. daha izlemedimde bluray gördüm hemen atlamak lazım 😀
İndirdim, bu akşam Küçük Kurbağa’da izleyeceğim :3
Bu arada şehirdeki tek sinema yandı demişsin… Çorlu’da mı oturuyorsun?
Aynen, O kadar duyulmuşmu ya 😀 eve 10 dk mesafe olduğu için canlı canlı izledim, acı verici bir deneyimdi. Damnation’ıda dev ekranda izleme şansı buldum, yine bir re klasiği olarak ilk filmi bayağa aratmış.yani en azından ilk filmde ortam gerilimliydi, korkabiliyordun da, bunda o da yok. ama aksiyonu ve senaryoyu çok iyi işlemişler, hele de tyrant’ları görünce mest oldum 😀
Çorlu’ya sık sık giderim, Orion’da az çay kahve içmedim… Kötü oldu…
Ben henüz izleyemedim. Aslında filmin çıkacağını da duymamıştım. Kendime inanamıyorum.
Damnation yazısı da geliyor 😛
Resident Evil 5 devam etcekmi bilen varmı sanki yarıda bitmiş gibi filim daha savaşcakmlarmı teşekkürler şimdiden
Son 2 filmdir Paul Anderson “bu son film” deyip duruyor, ama kazanılan para göz önünde bulundurulduğunda kimse altın yumurtlayan tavuğu kesmek istemiyor. Muhtemelen bir film daha gelecektir.