Başlığı gören “bu ne alâka şimdi” demesin diye doğrudan giriş yapıyorum. Marangozluktan kastım mobilya tamircisi değil. Pinokyo’yu yapan marangoz. Jetonu köşeli olanlar için 25 counter’lık timer açıyoruz.
Şimdi bu yazıyı da tvit adabında yazmak istemiyorum; ama 140 karaktere de sığdıramam ki duygularımı. Ne yapar pinokyoyu yapan marangoz? Önce yapacağı şeyde karar kılıp ağacın türünü belirler; sonra gider güzel bir ağaç bulur, onu düzgün bir şekilde keser. Çıktı mı sana kütük? Sonra alır o kütüğü de keser, kabuğunu soyar.
Sonra yontmaya başlar, yontar yontar, şekil verilmiş olur artık. Sonra o şeklin üzerinde ince ayarlar yapar, son zımparayı çekip cilayı atar, al sana pinokyo.
Senaryo yazmak nasıl? Önce vermek istediğin duyguyu, atmosferi seçersin. Sonra olayların geçeceği evreni yaratırsın, yani ağacı seçersin. Sonra o evrenin iyi bir versiyonunu çıkarırsın, yani güzel bir ağaç seçersin kütüğü çıkarmak için. Sonra o evrenin o güzel versiyonundan(tabi burada ‘güzel’ işinize en iyi yarayacak anlamında) bir genel hikâye çıkarırsın. Al sana kütük. Elinde hazır.
Marangozun asıl zanaatı burada başlıyor işte. O kütüğü alıp işliyor, ondan güzel bir şekil, güzel parçalar çıkarıyor. Kimse o parçaya kütük diyemiyor. Parçalar birbirine bağlı, uyumlu, dengeli çalışıyor. Senaryoda ise her bir olayın bütüne olan bağlılığı ve uyumu aynı marangozun yonttuğu parçalara benziyor. Kimse Silent Hill 2’ye katil kocanın manyaklığı diyemiyor mesela…
Sonra an geliyor ki yontulan parçaları elden geçirip ince yontmalara geçiliyor. O ince yontmalardan sonra zımparayı çekip cilası atılıyor. Senaryoda ise asıl iskelet oluşturulduktan sonra sağda solda bulunan notlar, karakterlerin davranışları, diyaloglar, bulmacaların kendileri son yontuş aşamasına benziyor. Sonrasında ise zımparayı çekip cilasını atmak kalıyor. Tabi biz henüz oraya kadar gelmedik.
Cila meselesine gelmişken, Orkun Uçar’ın cila atması baya uzun sürüyor zannedersem 😀