Büyük bir John Carpenter hayranı olarak, 1982 yapımı olan The Thing’in aslında bir remake olduğunu biliyorum. Harika bir film olan 82 yapımı The Thing’in öncesinde olanları her zaman merak etmişimdir (tıpkı Ailen filminin öncesinde olanları merak ettiğim gibi, hayret, ona da bir prequel geliyor). Yapımcılar da benimle aynı şekilde düşünmüş olmalılar ki, zaten bir remake olan muhteşem 82 yapımı filmin remake’i yerine ona bir prequel, yani öncesini anlatan bir film çekelim demişler. Murat Tolga Şen’in Twitter hesabında yazdığı ‘şey‘ ile zaten meyilli olduğum filme gitmeye karar verdim. Ayrıca uzun süredir sinemaya gitmiyor olmamın sebeplerini artık arkamda bırakmam gerektiğini düşünerek iş dönüşü bir sinema atalım dedik. İyi ki de demişiz!
Uzun zamandır izlediğim filmlerle ilgili yazı yazmıyordum. İzlediklerimin çoğu buna değer kalitede değilken, buna değer kalitede olanlara da yazmak pek içimden gelmedi. E zaten sinemaya da gitmeyince film izlemek benim için kendi kabuğuma çekildiğimde yaptığım bir uğraş oldu. Neyse ki, küçük umutlarla gittiğim 2011 The Thing’inin beklentilerimden fazlasıyla iyi çıkması güzel oldu.
Evet, The Thing, dandik bir para kazanma çabası değil! Beni en çok şaşırtan bu oldu. İkinci olarak da, usta John Carpenter’ın ayak izlerinden gitmeye çalışarak hem ustaya, hem de benim gibi ustaya hayran izleyiciye saygı kuşağı olmuş. Ve film ilk yarısının sonuna kadar 82 yapımı olan filmin atmosferini yakalamayı bile başarıyor. Tabi belli bir dereceye kadar…
Film hemen her şeyiyle 82 yapımı filmin üstüne dayandırılmış. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığı o kadar az nokta var ki, gösterimden kalkıp blu-ray dağıtımının internete düşmesinden birkaç hafta sonra zihinlerden silinecek, hiçbir zaman kült olma şerefine erişemeyecek. Zaten bu yılın tek kült filmi “kült epic fail” olan Tron Legacy Müsveddesiydi. Bakın kaç ay geçmiş, hanel yılın epic fail’i olarak kalmış zihnimde…
İlk yarısında çok güzel atmosfer yakalamayı başaran film, ikinci yarısında aynı izi takip ettiği için biraz sıkıcı hale gelebiliyor. İşin kötüsü, kan testi, thing’in kopyalama yapması gibi şeyler oldu bittiye getiriliyor “nasıl olsa seyirci her şeyi biliyor” diye.
Teknoloji sitesi diye geçinip Skyline’a “yılın en iyi özel efektleri geliyor” diye baya bir reklam yaptıktan sonra film çıkınca sessizliğe gömülen zihniyete sahip insanların hoşuna gitmeyecek kadar az özel efekt kullanmışlar. Burada da bir saygı duruşu söz konusu; çünkü 82 yapımı olan film oldukça yenilikçi ve şimdi bile göze hoş gelen özel efektlere sahipti. 2011 filminin bilgisayar efektlerine dayanmasına rağmen bunun suyunu çıkarmıyor olması çok harika. Ama işte şu var ki…
Evet, en büyük ‘ama’ya geldik. Yeni neslin (kaç yaşına gelmiş yönetmenlere yeni nesil demekten de utanıyorum…) anlamayacağı ve anlasa bile muhtemelen beceremeyeceği bir şey. Büyük usta Carpenter, kendi filminde yaratığın vahşetine dayalı bir korku ve gerilim oluşturmaya gitmedi hiç. 82 yapımı The Thing’in tüm gerilimi insanların birbirine duyduğu güvensizlikten kaynaklanıyordu ve bunu da o kadar iyi yapıyordu ki, yaratıklı sahneler tavan yapıyordu. Bu filmde ise yaratık vahşetine dayanılarak bir gerilim yaratılmaya gidilmiş birçok sahnede, ki bu da Changeling filminin tekerlekli sandalye sahnesi ile büyümüş benim gibi bir nesli kandırmaz.
Hâsıl- kelâm, 2011 yapımı The Thing, düşük beklenti ile izlerseniz oldukça eğlenceli bir film olmasına rağmen, ne büyük ustanın ürününe bir şey katabilmiş, ne de kendi ayakları üzerinde durabilecek bir ürün olabilmiş. Anlaşılan prequel kavramının son çırpınışları için Ailen filmine kaldık.
Bence bu tarz filmleri büyük beklentiler ile izlemek yanlış, zaten verebileceğini vermiş büyük oranda ve hikayesi falan belli. Belki de hikayeyi yazan senaristin, yazarın hiç düşünmediği kısımları var olan bir hikayeye ucundan berisinden eklemek oldum olası pek sevmediğim birşeydir. Buna en büyük örnekte Star Wars I-II-III tür sanırsam. En iyisi olduğu gibi bırakmak bence ve daha fazla kurcalayıp izleyicinin hayranın sevgisini baltalamamak. Bu arada orjinal The Thing filmini, remakeini izlemiş, oyununu bitirmiş biri olarak bu filmi pek izleyeceğimi sanmıyorum. Aynı Xmen I-II-III ten sonrasını izlemeyişim gibi. Hatta bu düşüncelerimin ne kadar katı olduğunu anlatmak için Wolverine’in orjinal dildeki en eski çizgi romanlarını bile zamanında bir şekilde edinebildiğim kadarını edinip, Wolverine: Başlangıç filmini hala izlemememi gösterebilirim.
İşini iyi yapabilen birisi iş başına geçtiği zaman, kendinden öncekine bir şeyler katabileceği gibi kendi ayakları üzerinde de durabilecektir. The Thing 2011 için bu geçerli olmayabilir belki; ama bahsettiğin için değinmekte fayda görüyorum, X-Men için bu, fazlasıyla geçerli.
X-Men: First Class filmini bu yaz sinemada izledim ve bu sene sinemada izlediğim en iyi filmdi. Karakter derinlikleri, motivleri, hikâye örgüsü o kadar iyi işlenmiş, o kadar emekten geçmiş ki, kendinden önceki tüm filmleri gölgede bırakmak ile kalmıyor, onlara çok büyük anlam katıyor. En basidinden, önceki filmlerde Magneto ile Profesör X’in arasındaki ilişki o kadar havada, o kadar yavan bir şekilde anlatılıyordu ki; ikilinin karşılaşmalarından haz almak imkânsıza yakındı. Magneto da öylesine bir antagonist olarak yansıtılıyordu. Ama First Class, bu ikiliye harika bir geri plan verdi, karakterleri çok güzel işkedi. Sonucunda da X-Men 1-2-3 ve hatta en kötü üye olan Origins: Wolverine bile bir anlam kazandı, bir değere sahip oldu. Prequel dediğin böyle olur işte.
Dünya tarihinde remake’i orjinalinden daha iyi olan iki film var. The Thing ve The Fly.
Sequel’i orjinalinden daha iyi olan filmler de var, Dark Night gibi.
Prequel’i orjinalinden daha iyi olan filmler de var, X-Men: First Class gibi.
Ama 2011 yapımı The Thing bunlardan biri değil maalesef.
Dark Knight konusunda haklısın aslında. Orjinalinden çok daha iyiydi. X-Men: First Class’ı henüz izlemediğim için bir yorumda yapamayacağım. Çünki karakterlerini, öncelerini bir şekilde bildiğin karakterlerin akışının bir şekilde sinema uyarlamasında senarist tarafından değiştirildiğini görmek sinirlerimi bozuyor. Spiderman’de de yaşadım bunu, Punisher’da da, Thor’da da mesela ki ona zaten şans eseri gitmiştim.
Tabii orjinalini geçen remake örnekleri kişiden kişiye farkedebilir ve belki arttırılabilir ancak pek olumlu bakamıyorum işte…
Beyazperde’ye aktarılan bir şeyin orjinaline sadık kalmasını beklememek lazım. Ben bunu zor yoldan öğrendim gerçi 🙂
Fantastik 4’lünün çizgi romanını yorganın altında el feneri ile okurdum bizimkiler ışığı açık görüp de gelmesinler diye. Filmi ne oldu peki? Şimdi süper kahraman filmi deyince bile akıllara gelmiyor…
Remake olayına gelince, ben kesinlikle karşıyım. Dünya tarihinde sadece iki remake orjinalinden iyi hale gelebildiyse, bu işi beceremiyorlar demektir. Yapmasınlar daha iyi.
heyacan yapıp bir sürü şey yazmıştımda adres yazmadan göndere basınca uçtu hepsi 🙂 ama okuduklarımdan sonra açıkçası izlemem bu filmi.
Ben o kadar şey söylemişim ancak, gene de ismi The Thing olduğu için izleyebilirim… Zaten ilgilendiğim en büyük kısmı hikayesi olacak ve hikayede kendime birşey katabileceğini düşüneceğim bir yerler arayacağım 🙂
Filmin ilk yarısında ve sonlarına doğru 82 yapımı filmin atmosferini yakalamayı çok iyi şekilde başarıyorlar. Kesinlikle kötü bir film değil; hatta bazı noktalarda 82 yapımı filmi yakalamayı başarabiliyor; ama hiçbir noktada onu geçemiyor.